4 Ağustos 2013 Pazar 1 yorum

Sokaklarda Mızıka Çalma Çocuk

Sokaklarda Mızıka Çalma Çocuk


Boynuna o yeşil fuları sarma çocuk 

Gece trenlerine binme, kaybolursun 
Sokaklarda mızıka çalma çocuk 
Vurulursun...


Attila İlhan

2 Ağustos 2013 Cuma 17 yorum

Fyodor Mihayloviç Dostoyevski



Çocukluk


    Fedor Mihaloviç Dostoyevski, 1821 yılının 30 Ekim’inde dünyaya gelir. 4 Kasım günü Piyer-ve-Pol Klisesi’nde vaftiz edilir ve annesi tarafından büyük babasının adı olan ‘’ Fedor ‘’ adı verilir kendisine. Babası soylu bir aileden gelen sinirli bir doktor, annesi naif yapılı tüccar bir babanın kızıdır. Dünyaya gözlerini açtığı ev,  bahçe ortasında, mimarisi imparatorluk tarzında tek katlı bir evdir. Evlerinin bahçesini çevreleyen demir parmaklıkların ardında babasının çalıştığı hastane olan ‘’ yoksullar hastanesi ( Mari Hastanesi) ‘’ vardır. Ev, hastanenin bir uzantısıdır adeta. Çocukların girmesinin baba tarafından yasaklandığı bu hastane insanda derin acıma duyguları yaratan bir başka evrendir adeta. Dostoyevski’nin doğum tarihi kilise kayıtlarında var olmasına rağmen bilinmeyen bir sebepten kendi yaşını bir yaş küçültür yıllar yıllar sonra. Ağabeyi Michael 1820 yılında dünyaya gelmiştir. Fyodor’dan sonra kardeşleri Varvara ve Andrei dünyaya gelir. Kısa bir aradan sonra Vera, Nicholas ve son olarak Alexandra ailenin birer parçası olurlar.

    Dostoyevskiler’in evi iki oda bir sofadan oluşur sadece. Kırık dökük bir bölme sofayı ikiye ayırır. Bu ayrık sofa iki kardeşe aittir artık. Penceresiz, duvarları koyu renkte boyanmış bu oda yıllarca Dostoyevski’nin roman kahramanlarına da ev sahipliği yapacaktır. ‘’ Kapalı bir odada ‘’ der kahramanlarından biri ‘’ düşünceler bile kapalı oluyor.’’  Aile, akşamları masa başında toplanır katı kurallar çerçevesinde yemeklerini yer, yüksek sesli okuma saatleri yaparlardı. Küçük Fedor zorunlu bu saatlerde Puşkin’den koşuklar okurdu. Babası ve annesi Rusya Tarihi’ni, Derjavin’in Kasideler’ini, Jukovcki’nin şiirlerini okurlardı. Babası o kadar sinirliydi ki, öğlen vaktinde kestirmek için kanepeye uzandığında başında sürekli bir nöbetçi olur, onu uyandırabilecek sinekleri kovalardı. Andre Dostoyevski anılarında ‘’ Bir sineği kaçıranın vay haline ! ‘’ diye yazmıştır bu durumu. 

Stefan Zweig Dostoyevski’nin o yılları için şöyle der:

    ‘’ ‘Çocukluğunu’ demeye dili varmıyor insanın, çünkü çocukluk diye bir şey yoktur onun hayatında. Dostoyevski hiçbir zaman çocukluğundan söz etmemiştir, susması, hep utançtan veya başkasında acıma duygusu uyandırmaktan ürken bir gururdan ileri gelmektedir. Bazı şairler çocukluk anılarıyla ilgili neşeli anılardan, güzel hatıralardan, tatlı hüzünlerden söz ederler: Dostoyevski’nin hayat hikayesinde ise bu noktada büyük bir boşluk vardır. Bununla birlikte, yaratmış olduğu çocuk tiplerine dikkatlice bakacak olursak, çocukluğu hakkında bir fikir edinebiliriz. Kolya gibi vaktinden önce gelişmiş, hayal gücü harikalar yaratacak derecede güçlü, titrek bir alevle, bir şeyler yapmak, büyük bir adam olmak arzusu ile yanıp tutuşan, şiddetli ama çocukça bir bağnazlıkla kendi kendini aşmak ve bütün insanlık için acı çekmek isteyen bir çocuktu herhalde. ‘’ ( Üç Büyük Usta, Türkiye İş Bankası Kültür yayınları, Nisan 1995 )

      Aşırı duygusal, kıskanç bir baba ile onu sürekli telkin ve teselli etmeye çalışan bir annenin varlığı içinde akşam okumalarının ardından penceresiz, duvarlarla örülü odalarına kapanıyordu Fedor ve ağabeyi. Bu yalnızlık sadece çocuğun yalnızlığından ibaret değildi. Topyekûn bir yalnızlıktı bu evde yaşanan. Delikanlı'da kahraman şöyle der : '' Hiçbir türlü topluma alışık değilim. Okulda dostlarım vardı, ama çok azdı bu dostlarım. Kendim için bir köşe yaptım ve orada yaşadım.'' Bu satırlar yazarın çocukluğunun özeti niteliğindedir. Kendisi gibi ailesi de içe kapanıktır Fedor'un. O dönemin şaşalı sosyete hayatına rağmen Dostoyevski’ler kendi içlerine kapanık bir halde hayatlarını devam ettirirler. İlişkileri dış dünyayla yok denecek kadar azdı. Hiçbir arkadaşı yoktu Fedor’un. Zaten olsa bile eve girmesi yasaktı. Bu ayrıntı hem edebi olarak hem de Dostoyevski’nin kendi hayatı bakımında oldukça etkileyicidir. Çünkü onun yapıtlarında da kendi hayatında da kalabalık bir düzen hiçbir zaman kurulamamıştır. Asla rastlantısal ilişkilere yer yoktu ne hayatında ne yapıtlarında. ( beyaz geceler romanı burada bir istisna olarak karşımıza çıkmaktadır. Melodramın en güzel örneklerinden sayılan bu roman tesadüflere yer veren bir Dostoyevski yapıtıdır.) O, her zaman tıpkı aile ilişkilerinde olduğu gibi ciddi ve içten ilişkiler kurmaya çalışıyor sadece eğlence ve geçici vakitler için yaratılan ilişkilerden kaçıyor / beceremiyordu. İnsan ilişkilerinde hep çok şey veren ve çok şey isteyen kişi olmuştu ve bu onun içi ciddi kıskançlıklar, titizlikler ve duygusallıklar demekti. Her karşılaştığı insanı ağabeyi gibi görüyordu. Çünkü yıllarca bildiği tek ilişki şekli buydu. Kuşkusuz çocukluk yılları için mutlu veya mutsuz diye bir tanımlamaya girişmek yersiz ve kesin bir yagı niteliğinde kaçacaktır. ''Alışagelmişin dışında kapalı zamanlar.'' Demek daha doğru olacaktır.

   Şehirlidir Dostoyevski. Şehirde doğmuş ve büyümüştür. Onun hayatında ve romanlarında aynı dönemin yazarları olan Turgenyev, Tolstoy ya da Maksim Gorki’de olduğu gibi geniş doğa betimlemeleri yoktur. Doğa onun için yalnız bir dekor olarak konulmuştur romanlarına. Onun kahramanları her zaman şehrin sisli, yalnız, gürültülü, karışık, yağmurlu caddelerinde dolaşırlar ve tavan aralarında yaşarlar. Pencereli bir ev, çocukluk neşesi kadar uzaktır Dostoyevski’ye.

    Çehov’dan önceki bütün ondukuzuncu yüzyıl büyük yazarlarının içinde sadece Dostoyevski tamimiyle ‘‘modern’‘dir. Rus kast sistemi içerisinde ‘‘soylu’’ bir ailedir Dostoyevski ailesi. Bir çeşit, Batı Avrupa burjuvasına benzemektedir hayatları. Yine de Dostoyevski'nin kendisinde ve roman kahramanlarında sıkça rastladığımız '' gurur '' aileyi kendi kapıları ardına saklamıştır.


Darovoya Köyü


    Fyodor on yaşındayken, ( 1831 ) ailesi Moskova’dan 150 verst uzaklıkta, Tula’da, Darovoya isimli bir  köyde çiftlik sahibi oldular. Yazlar anne Mari Fedorovna ve çocuklar için burada geçmeye başladı. Üç odalı, cephesi ormana bakan güzel bir yerdi burası ve Dostoyevski için babasının sert ve acımasız davranışlarından uzaklaşabildiği bir yer haline gelmişti. ( bkz: tree of life) Babası yalnızca Temmuz ayından itibaren gelebiliyordu yazlığa ve bu ziyaretleri de ancak iki gün sürebiliyordu. 


0 yorum

Sevmek İçin Geç Ölmek İçin Erken

         Sevmek İçin Geç Ölmek İçin Erken


akşamın acı su karanlığı içinden 
soğuk kadife teması yalnızlığın 
şuh bir kahkaha balkonun birinden 
gizli işareti midir bir başlangıcın 

sevmek için geç ölmek için erken 

başbaşa çay elele yürümek derken 
boğaz vapurları mı iskele sancak 
telefonda kaybolmak sesini beklerken 
insan insanı yeniler doğrudur ancak 

sevmek için geç ölmek için erken 

içimdeki gökkuşağı besbelli neden 
bulutların içinden kuşlar yağıyor 
bir şiire başlarsın birini bitirmeden 
hiç kimse gözlerine inanamıyor 

sevmek için geç ölmek için erken 

sevmek sevildiğini bile farketmeden 
yaklaştıkça ölüm soğuk bir yağmur gibi 
sevmek zehir zemberek ve yürekten 
gecikerek de olsa vuruşur gibi 

sevmek için geç ölmek için erken


Attila İlhan

31 Temmuz 2013 Çarşamba 0 yorum

Sen Benim Hiçbir Şeyimsin

Sen Benim Hiçbir Şeyimsin


sen benim hiçbir şeyimsin
yazdıklarımdan çok daha az
hiç kimse misin bilmem ki nesin
lüzumundan fazla beyaz
sen benim hiçbir şeyimsin
varlığın yokluğun anlaşılmaz

galiba eski liman üzerindesin
nasıl karanlığıma bir yıldız olmak
dudaklarınla cama çizdiğin
en fazla sonbahar otellerinde
üniversiteli bir kız uykusu bulmak
yalnızlığı öldüresiye çirkin
sabaha karşı öldüresiye korkak
kulağı çabucak telefon zillerinde

sen benim hiçbir şeyimsin
hiçbir sevişmek yaşamışlığım
henüz boş bir roman sahifesinde
hiç kimse misin bilmem ki nesin
ne çok çığlıkların silemediği
zaten yok bir tren penceresinde

sen benim hiçbir şeyimsin
yabancı bir şarkı gibi yarım
yağmurlu bir ağaç gibi ıslak
hiç kimse misin bilmem ki nesin
uykumun arasında çağırdığım
çocukluk sesimle ağlayarak

sen benim hiçbir şeyimsin


Attila İlhan

30 Temmuz 2013 Salı 0 yorum

Yirmibeşinci Kısım

Yirmibeşinci Kısım


Işıkları söndür suna su 
Vapurları duyacağız ha 
Dün gece uykumda sıçradım 
Beni mi çağırdın suna su 
Nereye gideceğiz ha 

Yabancı değil ben kaptanım 
Aç kapıyı suna su 
Büyük yağmurda ıslandım 
Şarabın var mı suna su 
Sabahı bulacağız ha 

Kadehini dinleme çıldırırsın 
Elimden gelmeyen bir o 
Bütün trenleri kaçırdım 
Saatin kaç suna su 
Yarın öleceğiz ha


Attila İlhan

0 yorum

Yasak Sevişmek

Yasak Sevişmek


öteki kapımdan gel bunu açamazsın
eski gözlerinle gel öldürmek vakti gel
hem tetik bulun ardında biri olmasın
hanidir ben bu evde saklanıyorum
adımı değiştirdim başka bir adla yaşıyorum
gece gündüz siyah gözlük kullanıyorum
öteki kapımdan gel bunu açamazsın
sabaha karşı gel bütün gözlerinle gel

pancurların gerisinde kararıyorum
içime belalar doğuyor sonbahar doğuyor
telefonda sesini tanıyamıyorum
yüzün parmaklarımdan akıp kayboluyor
böyle hep bir şey kopuyor bir şey kırılıyor
sabaha karşı gel eski gözlerinle gel
öteki kapımdan gel bunu açamazsın
hem tetik bulun ardında biri olmasın

artık hiç kimse beni yaşamıyor
aşklarımı büyük kemanlarla çizdiler
korkularım oldum bittim kimsesizdiler
yalnız bir mısra mıyım ıslanıyorum
bir revolver romanımı tamamlıyor
oyun bitti ışıklarımı söndürdüler
yokmuşsun gibi gel öldürmek vakti gel
öteki kapımdan gel bunu açamazsın
üzerime kilitleyip mühürlediler
hem tetik bulun ardında biri olmasın

Attila İlhan

0 yorum

Yağmur Kaçağı

Yağmur Kaçağı


Elimden tut yoksa düşeceğim 
yoksa bir bir yıldızlar düşecek 
eğer şairsem beni tanırsan 
yağmurdan korktuğumu bilirsen 
gözlerim aklına gelirse 
elimden tut yoksa düşeceğim 
yağmur beni götürecek yoksa beni 
geceleri bir çarpıntı duyarsan 
telaş telaş yağmurdan kaçıyorum 
sarayburnu'ndan geçiyorum 
akşamsa eylülse ıslanmışsam 
beni görsen belki anlayamazsın 
içlenir gizli gizli ağlarsın 
eğer ben yalnızsam yanılmışsam 
elimden tut yoksa düşeceğim 
yağmur beni götürecek yoksa beni.


Attila İlhan
0 yorum

Tutuklunun Günlüğü

Tutuklunun Günlüğü


..salı gecesi..

kara bir balta buldu akşam vuracak noktayı
hücreler doldu bir ıslık en yakın maçka tramvayı
kim bırakmış yalnızlığıma bu hüzzâm şarkıyı
kimin bu karanlık kimler sürgülemişler kapıyı
insan olan bağlar her koptuğu yerden yaşamayı

daktilolar camları bulutlu sorgu odalarında
didiklemez mi özgürlüğünü sansaryan hanı'nda
küflenir suyun bir bakır çalığı birikir ağzında
kendini öldürmeyi belki bin kere tasarlarsın da
bir kere aklından geçmez bitirmeden ölmek şarkıyı

gönlünde büyüttüğün o müthiş ünlem içindir ki
seni kapattıkları öyle rezil o kadar çirkindir ki
çıplak bir lamba mısın dört duvar içindeki
ne lambası/söndürülen bütün ilk gençliğindir ki
gözlerin zehirlense de suç sayarsın ağlamayı

görülmez dev böceklerdir sanki büyülü duyargalar
uçaksavar ışıldakları gökyüzünde bir yanlış arar
tophane rıhtımı'nda acı acı gemiler kalkar
hücreleri akşam olur haydut öfkeleri kaplar
ezerim sanırsın vurursan tek bir yumrukta dünyayı

duruşma arası

( o varsa kırılır buzlu camları kışın
anlamı yoğunlaşır anlamsız bir yaşayışın
gerçi farkındayız adı belirsiz bir yanlışın
acaba ben çok mu esmerim o çok mu sarışın

yansımaz oldu aydınlığı yüzüme haftalardır
yazdıklarında bile gizli bir uzaklık vardır
eylem bir dağıldı mı bütün boğazlar daralır
ben başka bir erkek olurum o başka bir kadın)


Attila İlhan

0 yorum

Tut Ki Gecedir

Tut Ki Gecedir

tut ki gecedir
karanlık sıvaşır ellerine camlardan
birden kırmızıya döner
trafik ışıkları
kükürtlü dumanlar yükselir
korkuya batmış
camkırığı adamlardan
tehlikeye büyür sakalları

tut ki gecedir
ihbarlar birer sansar
bir telefondan bir telefona atlar
yeraltı örgütleri tetik üstünde
adres değiştirmiş silah kaçakçıları
fahişeler birbirinden kuşkulanıyor

tut ki gecedir
katiller huzursuz
hırsızlar sinirli
hainler ürkekçedir
elleri telefona kendiliğinden uzanıyor
ihanete gece müthiş bir gerekçedir
ihbarlar birer sansar
bir telefondan bir telefona atlar

ihanet bir bilmecedir


Attila İlhan

0 yorum

Şahane Serseri

Şahane Serseri


yolumdan çekil yavrum
bağlasalar duramam
demir asa demir çarık dedim
neyleyim!
yolculuk dedim
ağaçlara tünedi yine akşam kargalarla bir
rüzgar kendini yerden yere vuruyor
kırık dökük yıldızlar belirli uzaktan
telsiz mevceleri ardım sıra koşturuyor
anamdan yolcu doğmuşum
yedi dağın yolları kalbimden geçer
salkım salkım mısralar gelir içimden
dudaklarımda yağmur damlaları
alır beni yollar beni alır gider

anamdam yolcu doğmuşum
nehirlerle birlikte denizlere kavuştum
akşam dedim
şu koca dünya dedim
ağlasam dedim
yola bir düşüldü mü ömür boyunca gidilir
ekmeğin ve şarabın peşinden
turnaların peşinden
büyük şehirler büyük aşklar
çığlık çığlığa terkedilir
ben
çocuklar gibi sevdim devler gibi ıstırab çektim
damarlarımda dünyanın bütün rüzgarları
harblere açlıklara yalnızlığıma rağmen
anamdam yolcu doğmuşum
neyleyim
gurbet dedim
vatan dedim
hürriyet dedim.


Attila İlhan

0 yorum

Sisler Bulvarı

Sisler Bulvarı


elinin arkasında güneş duruyordu
aylardan kasımdı üşüyorduk
ağacın biri bulvarda ölüyordu
şehrin camları kaygısız gülüyordu
her köşe başında öpüşüyorduk

sisler bulvarı'na akşam çökmüştü
omuzlarımıza çoktan çökmüştü
kesik birer kol gibi yalnızdık
dağlarda ateşler yanmıyordu
deniz fenerleri sönmüştü
birbirimizin gözlerini arıyorduk

sisler bulvarı'nda seni kaybettim
sokak lambaları öksürüyordu
yukarda bulutlar yürüyordu

terkedilmiş bir çocuk gibiydim
dokunsanız ağlayacaktım
yenikapı'da bir tren vardı

sisler bulvarı'nda öleceğim
sol kasığımdan vuracaklar
bulvar durağında düşeceğim
gözlüklerim kırılacaklar
sen rüyasını göreceksin
çığlık çığlığa uyanacaksın
sabah kapını çalacaklar
elinden tutup getirecekler
beni görünce taş kesileceksin
ağlamayacaksın! ağlamayacaksın!

sisler bulvarı'ndan geçtim sırılsıklamdı
ıslak kaldırımlar parlıyordu
durup dururken gözlerim dalıyordu
bir bardak şarapta kayboluyordum
gece bekçilerine saati soruyordum
evime gitmekten korkuyordum
sisler boğazıma sarılmışlardı

bir gemi beni afrika'ya götürecek
ismi bilmiyorum ne olacak
kazablanka'da bir gün kalacağım
sisler bulvarı'nı hatırlayacağım
kırmızı melek şarkısından bir satır
lodos'tan bir satır yağmur'dan iki
senin kirpiklerinden bir satır hatırlayacağım
seni hatırlatanın çenesini kıracağım
limanda vapurlar uğuldayacak

sisler bulvarı bir gece haykırmıştı
ağaçları yatıyordu yoksuldu
bütün yaprakları sararmıştı
bütün bir sonbahar ağlamıştı
ağlayan sanki istanbul'du
öl desen belki ölecektim
içimde biber gibi bir kahır
bütün şiirlerimi yakacaktım
yalnızlık bana dokunuyordu

eğer sisler bulvarı olmasa
eğer bu şehirde bu bulvar olmasa
sabah ezanında yağmur yağmasa
şüphesiz bir delilik yapardım
hiç kimse beni anlıyamazdı
on beş sene hüküm giyerdim

dördüncü yılında kaçardım
belki kaçarken vururlardı

sisler bulvarı'ndan geçmediğin gün
sisler bulvarı öksüz ben öksüzüm
yağmurun altında yalnızım
ağzım elim yüzüm ıslanıyor
tren düdükleri iç içe giriyorlar
aklımı fikrimi çeliyorlar
aksaray'da ışıklar yanıyor
sisler bulvarı ayaklanıyor
artık kalbimi susturamıyorum


Attila İlhan

29 Temmuz 2013 Pazartesi 0 yorum

Sen Beyaz Bir Kadınsın

Sen Beyaz Bir Kadınsın


asıl büyük sarhoş benim 
uzaktaki 
ben ki tek damla şarap içmedim 
ekmeğin beyaz zeytinin siyah 
olduğunu biliyorum 
asıl büyük sarhoş benim 
uzaktaki 
benim kusturucu sarhoşluğum 
yoksulluğum 

yüzüme bakmasan da 
yağmura düşürsen de gözlerini 
gözlerime bakmasan da ne kadar 
o kadar aydınlığın gökyüzüme uzanıyor 
uykularımda nefesinin sıcaklığı 
o kadar 
hangi akşam kapımı çalan sen değilsin 
sen değil misin gizli bir kıvılcım gibi 
göz bebeklerimde duran 
umutsuzlandığım her akşam 
senin rüzgârın almıyor mu 
uğultulu yorgunluğumu 
yoksulluğun eşiğinde kapaklandığım zaman 
ellerimden sımsıkı tutmuyor mu senin 
iyimserliğin 

ben bu tezgâhı kurdumsa senin için kurdum 
senin için dokuduğum basma ve pazen 
denizin yeşilinden süzdüğüm balık 
göğün mavisinden çaldığım kuş 
senin için 
felsefe okudumsa 
iktisat okudumsa gece yarıları 
boğazım kurumuş içim bir kalabalık 
sıcacık mısralar okudumsa yunus'tan
senin için okudum 
gece yarıları 

sen beyaz bir kadınsın 
uzaktaki 
gözlerin aklımdan çıkmıyor
sen beyaz bir kadınsın 
karanlıkları dinleyen 
uzaktaki 
sarmaşıkları duyuyor musun rüzgârda 
yorgun başını 
üşümüş yastığına koyuyor musun 
uyuyor musun


Attila İlhan

0 yorum

Rinna Rinna Nay

Rinna Rinna Nay


melengecin dalında çifte sığırcık diley çifte sığırcık
ciğerime ateş değdi öley diley öley gencecik
zehir pamuk ırgatlığı gavur gündelikçilik

rinna-rinnan-nay
yüreğim bölündü lay
damarlarım delindi
kan gider kan gider

melengecin dalında çifte saksağan diley çifte saksağan
boynumda dönüp batır öley diley şol kahbe devran
ağlarım bir yandan kan kusarım bir yandan

rinna-rinnan-nay
ellerim kırıldı lay
gözüm seli duruldu
kum gider kum gider

melengecin dalında çifte güvercin diley çifte güvercin
eğnimde göynek yok öley diley ayağım yalın
ölürsem kahrımdan öldüğüm bilin

rinna-rinnan-nay
yollarım kapandı lay
bulutlar parçalandı
gün gider gün gider

melengecin dalında çifte ispinoz diley çifte ispinoz
azıktan yetimim öley diley katıktan öksüz
dirliksiz düzensiz hanidir hürriyetsiz

rinna-rinnan-nay
künyemiz yazıldı lay
kervanımız dizildi
can gider can gider


Attila İlhan

0 yorum

Pia

Pia


ne olur kim olduğunu bilsem pia'nın 
ellerini bir tutsam ölsem 
böyle uzak seslenmese 
ben bir şehre geldiğim vakit 
o başka bir şehre gitmese 
otelleri bomboş bulmasam 
içlenip buzlu bir kadeh gibi 
buğulanıp buğulanıp durmasam 
ne olur sabaha karşı rıhtımda 
çocuklar pia'yı görseler 

bana haber salsalar bilsem 
içimi büsbütün yıldızlar basar 
bir hançer gibi çıkıp giderdim 

ben bir şehre geldiğim vakit 
o başka bir şehre gitmese 
singapur yolunda demeseler 
bana bunu yapmasalar yorgunum 
üstelik parasızım pasaportsuzum 
ne olur sabaha karşı rıhtımda 
seslendiğini duysam pia'nın 
sırtında yoksul bir yağmurluk 
çocuk gözleri büyük büyük 
üşümüş ürpermiş soluk 

ellerini tutabilsem pia'nın 
ölsem eksiksiz ölürdüm


Attila İlhan

0 yorum

Ömer Haybonun Son Günleri

Ömer Haybonun Son Günleri


Bir bıçak ısırmasın ömer haybo 
dişleri çıtır çıtır çelik 
yanılıp beyoğlu'na çıkmasın 
topraklüle sokağını tutmasın 
bütün şaraplar ölü kırmızı 
bütün kadınlar çabuk 
hiçbiri durduğu yerde durmuyor 
ömerhaybo'nun gözü hiçbirini tutmuyor 
haydut ömer haybo 

her gün onsekiz sularında acı siyah beyaz 
ondokuz ellibirde bir alman gemisini limandan çıkarıyor 

yirmibir buçukta alkazar sineması'nda kötü seyirci 
yarından sonra beklediğim ömer haybo 
gelmeyecek ömer haybo 
lionel hapton'a tutulmuş cazdan anlamaz 
polis romanları yazıyor acaba neden yazıyor 
parmak uçlarında bronz kuruşların madeni kirliliği 
birkaç kere öldü ömer haybo 
korsan ömer haybo 

hangi şehirde olsa sabahları yabancı 
boğulmuş geceler mahallesini bir türlü bulamıyor 
hangi otobüse binmesi lazım bilemiyor yanılıyor 
herkesin gittiği yer onun gitmeyeceği 
terazi burcunun kötümser çocuğu 
namuslu bıyıkları kirli siyah 
ah ömer haybo


Attila İlhan

0 yorum

Ölmek Yasak

Ölmek Yasak


daha önce bıçaktan hiç su içmedim 
hiç kısılmadı kerpetene bıyıklarım 
gururlu bir gemiyim oldum bittim 
sabah olur yelkenlerimi saklarım 
özgürlük dediğim yerde demirledim 

üstüme varma bulutları tutamam 
böyle paldır küldür gideceklerdir 
gelmezsen farketmez kimseyi aramam 
asıl sevdiklerim en içimdekilerdir 
onlarla yaşarım eğer yaşarsam 

olur mu gecemi yeşile çalmak 
yıldız çivilemek parmakuçlarıma 
ölüm kadar çabuksa eğer yaşamak 
hiç doğmamayı isterdim ama 
bir kere doğmuşum ölmek yasak


Attila İlhan

0 yorum

On Sekiz

On Sekiz


alnında satır gibi indirmiş kaşlarını 
ağzı yüzü kan revan içindedir 
içinde birşeye baktığı belli 
kimbilir nedir 
belki tortulu kalın bir nehir 
belki bir şehir / bir nehir gibi uğultulu 
elektrik bilemiş kaldırım taşlarını 
belki hiç olmayan sevgilisidir 
o filmden çaldığı genç kız hayali 
saçları yalnızlığına dağılmış 
belli belirsiz tutukluluk hali 
tenhalara kaçırır bakışlarını 

iki gecedir yerinden kıpırdamadı 
çenesi kilitki dudakları şiş 
karanlıkta gizlice sakal büyütüyor 
içindeki başka bir kata inmiş 
belki arka bahçeye uzak çocukluğundan 
morsalkım kokuları böğürtlen tadı 
yukarda haşarı uçurtmalar 
annesi içerde çamaşır ütülüyor 
akşama yatılı misafirleri var 
erzurum'dan 
koşma oğlum bu nasıl çember çeviriş 
az önce düştü de burnu kanadı 
belki bıyıklarında yaladığı kan 

birini çağırıyorlar onu olabilir mi 
adını hatırlasa bilmece çözülecek 
adını hatırlamıyor kaç yaşında olduğunu 
hatırladığı içindeki bir gemi 
yıllardan ilkokul belki 23 nisan 
heybeli'ye geziye gidilecek 
yol boyunca aralıksız kuş yağmuru 
gemiyle yarışan yunuslar 
maviliğin gözlerine sığmayan sonsuzluğu 
o ilk hürriyet sarhoşluğu 

korkudan ihtiyarlayabilir mi 
yirmi yaşında insan

Attila İlhan

0 yorum

Mustafa Kemal

Mustafa Kemal


dağ başını efkâr almış
gümüş dere durmaz ağlar
gözyaşından kana kesmiş gözlerim
ben ağlarım çayır ağlar çimen ağlar
ağlar ağlar cihan ağlar
mızıkalar iniler ırlam ırlam dövülür
altmış üç ilimiz altmış üç yetim
yıllar gelir geçer kuşlar gelir geçer
her geçen seni bizden parça parça götürür
mustafa'm mustafa kemal'im

diz dövdüm şavkı aktı sakarya'nın suyuna
sakarya'nın suları nâmın söyleşir
hemşehrim sakarya öksüz sakarya
ankara'dan uçan kuşlar
kemal'im der günler günü çağrışır
kahrolur bulutlara karışır
gök bulut yaşmak bulut
uca dağlar dev boyunlu morca dağlar
divan durmuş bekleşir
mustafa'm mustafa kemal'im

nasıl böyle varıp geldin hoşgeldin
çıngı kaymış yalazlanmış gözlerin
sol yüzünde güneş südü sıcaklık
ellerinden öperim mustafa kemal
senin dalın yaprağın biz senin fidanların
biz bunları yapmadık
sen elbette bilirsin bilirsin mustafa kemal
elsiz ayaksız bir yeşil yılan
yaptıklarını yıkıyorlar mustafa kemal
hani bir vakitler kubilay'i kestiler
çün buyurdun kesenleri astılar
sen uyudun asılanlar dirildi
mustafa'm mustafa kemal'im


0 yorum

Üçüncü Şahsın Şiiri - Attila İlhan


Üçüncü Şahsın Şiiri
Attila İlhan




Bu film, amatör olarak Üçüncü Şahsın Şiiri'ni canlandırmaktadır. Monkitap için özel olarak hazırlanmıştır.

felaketim olurdu aglardim
beni sevmiyordun bilirdim
bir sevdigin vardi duyardim
cop gibi bir oglan ipince
hayirsizin biriydi fikrimce
ne vakit karsimda gorsem
oldurecegimden korkardim
felaketim olurdu aglardim
ne vakit maçkadan geçsem
limanda hep gemiler olurdu
agaçlar kuş gibi gülerdi
bir rüzgar aklımı alırdı
sessizce bir cigara yakardın 
parmaklarımınn ucunu yakardın
kirpiklerini eğerdin bakardın
üşürdüm içim ürperirdi
felaketim olurdu ağlardım
aksamlar bir roman gibi biterdi
jezabel kan içinde yatardı
limandan bir gemi giderdi
sen kalkıp ona giderdin
benzin mum gibi giderdin
sabaha kadar kalırdın
hayırsızın biriydi fikrimce
güldü mü cenazeye benzerdi
hele seni kollarina aldı mı
felaketim olurdu ağlardim

Attila İlhan 
 
;