4 Ağustos 2013 Pazar 1 yorum

Sokaklarda Mızıka Çalma Çocuk

Sokaklarda Mızıka Çalma Çocuk


Boynuna o yeşil fuları sarma çocuk 

Gece trenlerine binme, kaybolursun 
Sokaklarda mızıka çalma çocuk 
Vurulursun...


Attila İlhan

2 Ağustos 2013 Cuma 17 yorum

Fyodor Mihayloviç Dostoyevski



Çocukluk


    Fedor Mihaloviç Dostoyevski, 1821 yılının 30 Ekim’inde dünyaya gelir. 4 Kasım günü Piyer-ve-Pol Klisesi’nde vaftiz edilir ve annesi tarafından büyük babasının adı olan ‘’ Fedor ‘’ adı verilir kendisine. Babası soylu bir aileden gelen sinirli bir doktor, annesi naif yapılı tüccar bir babanın kızıdır. Dünyaya gözlerini açtığı ev,  bahçe ortasında, mimarisi imparatorluk tarzında tek katlı bir evdir. Evlerinin bahçesini çevreleyen demir parmaklıkların ardında babasının çalıştığı hastane olan ‘’ yoksullar hastanesi ( Mari Hastanesi) ‘’ vardır. Ev, hastanenin bir uzantısıdır adeta. Çocukların girmesinin baba tarafından yasaklandığı bu hastane insanda derin acıma duyguları yaratan bir başka evrendir adeta. Dostoyevski’nin doğum tarihi kilise kayıtlarında var olmasına rağmen bilinmeyen bir sebepten kendi yaşını bir yaş küçültür yıllar yıllar sonra. Ağabeyi Michael 1820 yılında dünyaya gelmiştir. Fyodor’dan sonra kardeşleri Varvara ve Andrei dünyaya gelir. Kısa bir aradan sonra Vera, Nicholas ve son olarak Alexandra ailenin birer parçası olurlar.

    Dostoyevskiler’in evi iki oda bir sofadan oluşur sadece. Kırık dökük bir bölme sofayı ikiye ayırır. Bu ayrık sofa iki kardeşe aittir artık. Penceresiz, duvarları koyu renkte boyanmış bu oda yıllarca Dostoyevski’nin roman kahramanlarına da ev sahipliği yapacaktır. ‘’ Kapalı bir odada ‘’ der kahramanlarından biri ‘’ düşünceler bile kapalı oluyor.’’  Aile, akşamları masa başında toplanır katı kurallar çerçevesinde yemeklerini yer, yüksek sesli okuma saatleri yaparlardı. Küçük Fedor zorunlu bu saatlerde Puşkin’den koşuklar okurdu. Babası ve annesi Rusya Tarihi’ni, Derjavin’in Kasideler’ini, Jukovcki’nin şiirlerini okurlardı. Babası o kadar sinirliydi ki, öğlen vaktinde kestirmek için kanepeye uzandığında başında sürekli bir nöbetçi olur, onu uyandırabilecek sinekleri kovalardı. Andre Dostoyevski anılarında ‘’ Bir sineği kaçıranın vay haline ! ‘’ diye yazmıştır bu durumu. 

Stefan Zweig Dostoyevski’nin o yılları için şöyle der:

    ‘’ ‘Çocukluğunu’ demeye dili varmıyor insanın, çünkü çocukluk diye bir şey yoktur onun hayatında. Dostoyevski hiçbir zaman çocukluğundan söz etmemiştir, susması, hep utançtan veya başkasında acıma duygusu uyandırmaktan ürken bir gururdan ileri gelmektedir. Bazı şairler çocukluk anılarıyla ilgili neşeli anılardan, güzel hatıralardan, tatlı hüzünlerden söz ederler: Dostoyevski’nin hayat hikayesinde ise bu noktada büyük bir boşluk vardır. Bununla birlikte, yaratmış olduğu çocuk tiplerine dikkatlice bakacak olursak, çocukluğu hakkında bir fikir edinebiliriz. Kolya gibi vaktinden önce gelişmiş, hayal gücü harikalar yaratacak derecede güçlü, titrek bir alevle, bir şeyler yapmak, büyük bir adam olmak arzusu ile yanıp tutuşan, şiddetli ama çocukça bir bağnazlıkla kendi kendini aşmak ve bütün insanlık için acı çekmek isteyen bir çocuktu herhalde. ‘’ ( Üç Büyük Usta, Türkiye İş Bankası Kültür yayınları, Nisan 1995 )

      Aşırı duygusal, kıskanç bir baba ile onu sürekli telkin ve teselli etmeye çalışan bir annenin varlığı içinde akşam okumalarının ardından penceresiz, duvarlarla örülü odalarına kapanıyordu Fedor ve ağabeyi. Bu yalnızlık sadece çocuğun yalnızlığından ibaret değildi. Topyekûn bir yalnızlıktı bu evde yaşanan. Delikanlı'da kahraman şöyle der : '' Hiçbir türlü topluma alışık değilim. Okulda dostlarım vardı, ama çok azdı bu dostlarım. Kendim için bir köşe yaptım ve orada yaşadım.'' Bu satırlar yazarın çocukluğunun özeti niteliğindedir. Kendisi gibi ailesi de içe kapanıktır Fedor'un. O dönemin şaşalı sosyete hayatına rağmen Dostoyevski’ler kendi içlerine kapanık bir halde hayatlarını devam ettirirler. İlişkileri dış dünyayla yok denecek kadar azdı. Hiçbir arkadaşı yoktu Fedor’un. Zaten olsa bile eve girmesi yasaktı. Bu ayrıntı hem edebi olarak hem de Dostoyevski’nin kendi hayatı bakımında oldukça etkileyicidir. Çünkü onun yapıtlarında da kendi hayatında da kalabalık bir düzen hiçbir zaman kurulamamıştır. Asla rastlantısal ilişkilere yer yoktu ne hayatında ne yapıtlarında. ( beyaz geceler romanı burada bir istisna olarak karşımıza çıkmaktadır. Melodramın en güzel örneklerinden sayılan bu roman tesadüflere yer veren bir Dostoyevski yapıtıdır.) O, her zaman tıpkı aile ilişkilerinde olduğu gibi ciddi ve içten ilişkiler kurmaya çalışıyor sadece eğlence ve geçici vakitler için yaratılan ilişkilerden kaçıyor / beceremiyordu. İnsan ilişkilerinde hep çok şey veren ve çok şey isteyen kişi olmuştu ve bu onun içi ciddi kıskançlıklar, titizlikler ve duygusallıklar demekti. Her karşılaştığı insanı ağabeyi gibi görüyordu. Çünkü yıllarca bildiği tek ilişki şekli buydu. Kuşkusuz çocukluk yılları için mutlu veya mutsuz diye bir tanımlamaya girişmek yersiz ve kesin bir yagı niteliğinde kaçacaktır. ''Alışagelmişin dışında kapalı zamanlar.'' Demek daha doğru olacaktır.

   Şehirlidir Dostoyevski. Şehirde doğmuş ve büyümüştür. Onun hayatında ve romanlarında aynı dönemin yazarları olan Turgenyev, Tolstoy ya da Maksim Gorki’de olduğu gibi geniş doğa betimlemeleri yoktur. Doğa onun için yalnız bir dekor olarak konulmuştur romanlarına. Onun kahramanları her zaman şehrin sisli, yalnız, gürültülü, karışık, yağmurlu caddelerinde dolaşırlar ve tavan aralarında yaşarlar. Pencereli bir ev, çocukluk neşesi kadar uzaktır Dostoyevski’ye.

    Çehov’dan önceki bütün ondukuzuncu yüzyıl büyük yazarlarının içinde sadece Dostoyevski tamimiyle ‘‘modern’‘dir. Rus kast sistemi içerisinde ‘‘soylu’’ bir ailedir Dostoyevski ailesi. Bir çeşit, Batı Avrupa burjuvasına benzemektedir hayatları. Yine de Dostoyevski'nin kendisinde ve roman kahramanlarında sıkça rastladığımız '' gurur '' aileyi kendi kapıları ardına saklamıştır.


Darovoya Köyü


    Fyodor on yaşındayken, ( 1831 ) ailesi Moskova’dan 150 verst uzaklıkta, Tula’da, Darovoya isimli bir  köyde çiftlik sahibi oldular. Yazlar anne Mari Fedorovna ve çocuklar için burada geçmeye başladı. Üç odalı, cephesi ormana bakan güzel bir yerdi burası ve Dostoyevski için babasının sert ve acımasız davranışlarından uzaklaşabildiği bir yer haline gelmişti. ( bkz: tree of life) Babası yalnızca Temmuz ayından itibaren gelebiliyordu yazlığa ve bu ziyaretleri de ancak iki gün sürebiliyordu. 


0 yorum

Sevmek İçin Geç Ölmek İçin Erken

         Sevmek İçin Geç Ölmek İçin Erken


akşamın acı su karanlığı içinden 
soğuk kadife teması yalnızlığın 
şuh bir kahkaha balkonun birinden 
gizli işareti midir bir başlangıcın 

sevmek için geç ölmek için erken 

başbaşa çay elele yürümek derken 
boğaz vapurları mı iskele sancak 
telefonda kaybolmak sesini beklerken 
insan insanı yeniler doğrudur ancak 

sevmek için geç ölmek için erken 

içimdeki gökkuşağı besbelli neden 
bulutların içinden kuşlar yağıyor 
bir şiire başlarsın birini bitirmeden 
hiç kimse gözlerine inanamıyor 

sevmek için geç ölmek için erken 

sevmek sevildiğini bile farketmeden 
yaklaştıkça ölüm soğuk bir yağmur gibi 
sevmek zehir zemberek ve yürekten 
gecikerek de olsa vuruşur gibi 

sevmek için geç ölmek için erken


Attila İlhan

31 Temmuz 2013 Çarşamba 0 yorum

Sen Benim Hiçbir Şeyimsin

Sen Benim Hiçbir Şeyimsin


sen benim hiçbir şeyimsin
yazdıklarımdan çok daha az
hiç kimse misin bilmem ki nesin
lüzumundan fazla beyaz
sen benim hiçbir şeyimsin
varlığın yokluğun anlaşılmaz

galiba eski liman üzerindesin
nasıl karanlığıma bir yıldız olmak
dudaklarınla cama çizdiğin
en fazla sonbahar otellerinde
üniversiteli bir kız uykusu bulmak
yalnızlığı öldüresiye çirkin
sabaha karşı öldüresiye korkak
kulağı çabucak telefon zillerinde

sen benim hiçbir şeyimsin
hiçbir sevişmek yaşamışlığım
henüz boş bir roman sahifesinde
hiç kimse misin bilmem ki nesin
ne çok çığlıkların silemediği
zaten yok bir tren penceresinde

sen benim hiçbir şeyimsin
yabancı bir şarkı gibi yarım
yağmurlu bir ağaç gibi ıslak
hiç kimse misin bilmem ki nesin
uykumun arasında çağırdığım
çocukluk sesimle ağlayarak

sen benim hiçbir şeyimsin


Attila İlhan

30 Temmuz 2013 Salı 0 yorum

Yirmibeşinci Kısım

Yirmibeşinci Kısım


Işıkları söndür suna su 
Vapurları duyacağız ha 
Dün gece uykumda sıçradım 
Beni mi çağırdın suna su 
Nereye gideceğiz ha 

Yabancı değil ben kaptanım 
Aç kapıyı suna su 
Büyük yağmurda ıslandım 
Şarabın var mı suna su 
Sabahı bulacağız ha 

Kadehini dinleme çıldırırsın 
Elimden gelmeyen bir o 
Bütün trenleri kaçırdım 
Saatin kaç suna su 
Yarın öleceğiz ha


Attila İlhan

0 yorum

Yasak Sevişmek

Yasak Sevişmek


öteki kapımdan gel bunu açamazsın
eski gözlerinle gel öldürmek vakti gel
hem tetik bulun ardında biri olmasın
hanidir ben bu evde saklanıyorum
adımı değiştirdim başka bir adla yaşıyorum
gece gündüz siyah gözlük kullanıyorum
öteki kapımdan gel bunu açamazsın
sabaha karşı gel bütün gözlerinle gel

pancurların gerisinde kararıyorum
içime belalar doğuyor sonbahar doğuyor
telefonda sesini tanıyamıyorum
yüzün parmaklarımdan akıp kayboluyor
böyle hep bir şey kopuyor bir şey kırılıyor
sabaha karşı gel eski gözlerinle gel
öteki kapımdan gel bunu açamazsın
hem tetik bulun ardında biri olmasın

artık hiç kimse beni yaşamıyor
aşklarımı büyük kemanlarla çizdiler
korkularım oldum bittim kimsesizdiler
yalnız bir mısra mıyım ıslanıyorum
bir revolver romanımı tamamlıyor
oyun bitti ışıklarımı söndürdüler
yokmuşsun gibi gel öldürmek vakti gel
öteki kapımdan gel bunu açamazsın
üzerime kilitleyip mühürlediler
hem tetik bulun ardında biri olmasın

Attila İlhan

0 yorum

Yağmur Kaçağı

Yağmur Kaçağı


Elimden tut yoksa düşeceğim 
yoksa bir bir yıldızlar düşecek 
eğer şairsem beni tanırsan 
yağmurdan korktuğumu bilirsen 
gözlerim aklına gelirse 
elimden tut yoksa düşeceğim 
yağmur beni götürecek yoksa beni 
geceleri bir çarpıntı duyarsan 
telaş telaş yağmurdan kaçıyorum 
sarayburnu'ndan geçiyorum 
akşamsa eylülse ıslanmışsam 
beni görsen belki anlayamazsın 
içlenir gizli gizli ağlarsın 
eğer ben yalnızsam yanılmışsam 
elimden tut yoksa düşeceğim 
yağmur beni götürecek yoksa beni.


Attila İlhan
 
;